05 Mayıs, 2011

Pina Bausch

“pina” bir belgesel değil, bir dans filmi.

kah sahnede sularla dövülen bir kayaya tanık oluyorsunuz, kah bir su birikintisinin yanında sırtında ağaç fidesi taşıyan kırmızılı bir kadına, kah bir balo salonunda kadın ile erkeklerin kendilerini satışa çıkarmalarını seyrediyorsunuz, kah bir yüzme havuzunun kenarında kendi saçını tutup çeken bir dansçıya, kah sandalyeler arasında acı veren bir aşkı yaşamaya mahkum olmuş bir çiftin rutinine dahil oluyorsunuz, kah taşıt yollarının kesişme noktasında birleşen çiftin aşk hikayesine, kah ormanlık bir alanda yerdeki güz yapraklarını rüzgar makinasıyla süpüren bir kadın dansçıyı izliyorsunuz, kah wuppertal’in ünlü asılı tramvayında uzaydan düşmüş gibi duran tavşan kulaklı yabancının ürkekliğine…

bunlar gördüklerim..

Hissettiklerim mi?

İçinde gizli kalmışları çıkarma şekli, kendimin bile anlayamayacağı netlikte çıkarabilme gücü..

Dansçıların taa gözlerimin içine bakıp, durup, susup, kısacık konuşmaları..

Dış mekan kullanımı,

Dans  ile insanın temel oluşlarına inebilme şekli..

Ve son cumle DURMA DANS ET, DANS ET, YOKSA ÖLECEKSİN.

Ne mi demek? Yaşa hayatı yaşa, durursan hayat da duracak.